Kitabın Adı: The Darkest Night, The Darkest Kiss
Yazar Adı: Gena Showalter
Türü: Fantastik, Mitolojik, Romantik
Yayınevi: HQN
Seri Adı: Lord of the Underworld
Seri Sıralaması: 1,2
Toplam Kitap Sayısı: 10 ve çoğalıyor!
Format: E-Book
Dil: İngilizce / Türkçesi de mevcuttur!
Sayfa Sayısı: 379, 368
Çıkış Tarihi: 2007, 2008
Öncelikle bu seriyi beğenen bir çok insan olduğundan kendimi yorumuma ekleme ihtiyacı duyduğum bir durumum var. Bu seri hoşuma gitti mi? Gitti. Yazar beni deli etti mi? Etti. Bu kitap havasında mıydım? Değildim. İşte bu konu kitaba bakış ve yorumlayış açımda çok büyük etken sağlayabilir. Ben beğenmeyebilirim, belki sizin hoşunuza gidebilir. Velhasılı kelam, yunan mitolojisine merakımı çoğaltan yepyeni bir kurguydu. Olmazsa olmazımız deyim yerindeyse taş gibi, sahiplenici, içlerine öcü - ben öcü diyorum siz iblis anlayın canım - kaçmış, yaralı askerler topluluğuda hikayeye dahildir.
Hikayeye göre bu askerler - Efendiler -13 kişi. Olimpos Dağındaki tanrıları korumakla görevliydiler. Ama en kötü iblislerin kapatıldığı bir kutu üzerine anlaşmazlığa düşdüler. Herkes böyle bir görevin kendine verilmesini isterken, bayan bir askere verilmesi üzerine bu 13 asker bir şekilde kutuyu açıp içinde ki öcüleri dışarı salma salaklığında bulunuyor bir kere. Ölümsüz mölümsüz ama bazen harbi aptallaşabiliyorlar hani.
Bütün bu kaosun üzerine Zeus hepsinin içine iblislerden bir tane hapsediyor. Çıkarılmamak üzere. Eğer çıkarılırsa hem iblis dünyaya salınacak, hemde aynı zamanda Karanlığın Efendileri adını alan Efendilerimizde hayatta kalamayacaktır.
Tüm seri ortak bir paide de gitse de, her kitapta birinin eşleşmesini okuyoruz. Ortak amaç ise Avcılardan önce Pandora'nın kutusunu bulup yok etmek. Çünkü Avcılar kutuyu ele geçirirse ölecekler.
İlk kitapta Maddox yani Şiddetin Koruyucusunu okuyoruz. Kendisi içine iblis yerleştirildikten sonra, iblise karşı gelemeyip Pandora'yı öldürmüş. Bunun üzerine de tanrılar ona ayrı bir lanet vermişler. Her gece yarısı aynı Pandora'yı öldürdüğü gibi karnından altı kere bıçaklanıp, öldürülecek ve ruhu cehennemde şafağa kadar yanacaktır. Bu lanet beraberinde iki Efendiyi de bağlıyor aynı zamanda. Acının Koruyucusu Reyes onu bıçaklamak, Ölümün Koruyucusu Lucien ise ruhunu cehenneme kadar eşlik etmekte görevlilerdir.
Efendiler aynı zamanda yıllar önce içlerinden birinin tuzağa düşürülüp öldürülmesiyle ikiyi ayrılmışlar. Altısı Macaristan'da, altısı ise Yunanistanda yaşamış uzun zamandır. İlk kitapta Avcı tehlikesi yüzünden birleşmekteler.
Maddox'u çeken kadın ise aslında yıllardır anlamadan Avcılar için çalışmış, doğaüstü yeteneği olan biri. Aralarında ki etkileşim birbirlerini gördükleri andan beri başlıyor. Kavuşmaları için tek anahtar ise büyük bir fedakarlık.
İkinci kitapta Ölümün Koruyucusu Lucien anlatılıyor. Pandoranın kutusunu bulma yolunda tüm Efendiler bir tarafa dağılmış durumda. Olimposta'da yönetim değişmiş. Yıllardır görmezden gelinen Efendiler şimdi tüm ilginin odağı haline geliyorlar. Durum buyken, oğlanımızın da Anarşinin Tanrıçasına kendini kaptırması pek iyi olmuyor. Her zaman ki gibi mutlu son bir fedakarlıktan geçiyor.
İlk kitapta yazarın çiftimizi bir türlü gönül rahatlığıyla okutmayıp, karakterden karaktere POV'leri - Point of View - Bakış Açıları - değiştirmesi beni sinir etti. Tam hah bir şeyler oluyor derken, tak, başka bir olaya atlıyoruz. Cidden sabrımı zorladı bu konuda. Hele ki kızımızın saftiri halleri gerilmiş sinirlerime pekte yararı olmadı açıkçası.
İkinci kitapta ise yazarın okuru bilerek delirttiği kanım kesinlik kazandı. Zira çiftimiz birbirlerine "Hayır!" deme işini oyunu çevirdiler. Sıra bende, sıra bende! dermiş gibi paslaştı durdular. Hele iki kitapta koskoca dağ gibi adamları tanrıların önemsiz gibi dize getirmesi çok itici bir unsur teşkil etti benim için. Karakterimin bu kadar güçsüz bırakılmasına veya başkaların keyfi uğruna zor bırakılmasına alışık olmadığımdan olabilir.
Tüm seri ortak bir paide de gitse de, her kitapta birinin eşleşmesini okuyoruz. Ortak amaç ise Avcılardan önce Pandora'nın kutusunu bulup yok etmek. Çünkü Avcılar kutuyu ele geçirirse ölecekler.
İlk kitapta Maddox yani Şiddetin Koruyucusunu okuyoruz. Kendisi içine iblis yerleştirildikten sonra, iblise karşı gelemeyip Pandora'yı öldürmüş. Bunun üzerine de tanrılar ona ayrı bir lanet vermişler. Her gece yarısı aynı Pandora'yı öldürdüğü gibi karnından altı kere bıçaklanıp, öldürülecek ve ruhu cehennemde şafağa kadar yanacaktır. Bu lanet beraberinde iki Efendiyi de bağlıyor aynı zamanda. Acının Koruyucusu Reyes onu bıçaklamak, Ölümün Koruyucusu Lucien ise ruhunu cehenneme kadar eşlik etmekte görevlilerdir.
Efendiler aynı zamanda yıllar önce içlerinden birinin tuzağa düşürülüp öldürülmesiyle ikiyi ayrılmışlar. Altısı Macaristan'da, altısı ise Yunanistanda yaşamış uzun zamandır. İlk kitapta Avcı tehlikesi yüzünden birleşmekteler.
Maddox'u çeken kadın ise aslında yıllardır anlamadan Avcılar için çalışmış, doğaüstü yeteneği olan biri. Aralarında ki etkileşim birbirlerini gördükleri andan beri başlıyor. Kavuşmaları için tek anahtar ise büyük bir fedakarlık.
İkinci kitapta Ölümün Koruyucusu Lucien anlatılıyor. Pandoranın kutusunu bulma yolunda tüm Efendiler bir tarafa dağılmış durumda. Olimposta'da yönetim değişmiş. Yıllardır görmezden gelinen Efendiler şimdi tüm ilginin odağı haline geliyorlar. Durum buyken, oğlanımızın da Anarşinin Tanrıçasına kendini kaptırması pek iyi olmuyor. Her zaman ki gibi mutlu son bir fedakarlıktan geçiyor.
İlk kitapta yazarın çiftimizi bir türlü gönül rahatlığıyla okutmayıp, karakterden karaktere POV'leri - Point of View - Bakış Açıları - değiştirmesi beni sinir etti. Tam hah bir şeyler oluyor derken, tak, başka bir olaya atlıyoruz. Cidden sabrımı zorladı bu konuda. Hele ki kızımızın saftiri halleri gerilmiş sinirlerime pekte yararı olmadı açıkçası.
İkinci kitapta ise yazarın okuru bilerek delirttiği kanım kesinlik kazandı. Zira çiftimiz birbirlerine "Hayır!" deme işini oyunu çevirdiler. Sıra bende, sıra bende! dermiş gibi paslaştı durdular. Hele iki kitapta koskoca dağ gibi adamları tanrıların önemsiz gibi dize getirmesi çok itici bir unsur teşkil etti benim için. Karakterimin bu kadar güçsüz bırakılmasına veya başkaların keyfi uğruna zor bırakılmasına alışık olmadığımdan olabilir.
Lafın özü kurgu hoştu ama yazarın işleyiş tarzına biraz alışmama rağmen hala benimsemiş değilim. Şansımı şu anlık zorlamayıp seriye devam etmeme kararı aldım. Bundan sonra ki kitaplarda ne olacak diye merak etmiyorsam da ne olayım. Hele Paris yani Şehvetin Koruyucusuna. Kitabın sonlarına doğru yazar ağzımı açık tutacak bir sahneyle beni şaşırtmayı becerdi. Ama ağına düşüremedi. Yemezler. Yedi kitap var daha onun kitabını okumama be kadın! Beni şu anlık çokta çekemeyen bir seri oldu. Umarım siz seversiniz!
Değerlendirme;
Devam et ama.Sakın bırakıyım deme yavrucum.Yakanı bırakmam zaten :) 4 ve 5. kitap çok daha iyi emin ol :D:D
YanıtlaSilHaha için rahat olsun tatlım. Devam edeceğim ama henüz değil. :D Altı ve dokuzuncu kitaplar için ama. :))
YanıtlaSilHaha:D Et tabii:D 6. kitap karışık olucak gibime geliyor bnm.Şimdi gideon bir şey dese abi şimdi bu adam neyi kastetti diye düşünmek gerek :P Her dediğinin tersini anlıcaz işimiz zor.9 zaten Parisinki.Beklenmez mi o.Ama en çok Ashlyn in ikizleri merak ediyorum:D
Sil:D Sena şu an bana spoiler verdiğinin umarım farkındasındır ve içinde azıcıkta olsa bir pişmanlık barındırıyorsundur. İkizleri olduğunu bilmiyordum! İkiside oğlan mı? Vay canısını. Gideon'u işte tam da o sebep yüzünden bekliyorum. Ağzından çıkacak yalanları merakla okurum artık. :D Kızın yaşayacağı kafa karışıklığı ise paha biçilmez! Parisin eşi uyuz ama olsun, ikinin bitişi sebebiyle merakta kaldım. :D
Sil